23 Aralık 2014 Salı

AVCI / WILLEM DAFOE

Avci
http://imdb.com/rg/an_share/title/title/tt1703148/

Eğer izlemediyseniz size tavsiye edeceğim bir film. Puanı az görünse de insanoğlunun  yoketme hırsını harika doğa manzarası eşliğinde anlatan akıcı bir film. Özellikle Willam Dafoe.nin ve küçük oyuncuların filme katkılarını keyifle izliyorsunuz. Biz ailecek filmi ikci kez aynı dikkat ve keyile izledik.

Hikaye dünyada soyu tükendiğine inanılan Tazmanya Kaplanını avlamak için, büyük bir parayla görevlendirilen işinde profosyonel bir avcının başından geçenleri konu alıyor. Ama hikaye doğayı korumak için savaşan aktivist bir adamın ailesiyle bu avcının yolları kesişince farklı boyut kazanıyor.

Filmin sonunda ise acıve umut bir arada verilerek izleyiciyi kendi düşünceleriyle başbaşa bırakıyor.

22 Aralık 2014 Pazartesi

HAYAL / AYŞE KULİN

Biraz geriden geliyor olabilirim ama HAYAL i okumadan HANDAN ı okuyamazdım! Hani insanın kendine koyduğu hedefler vardır ya benim de hedefim önce HAYAL i okumaktı. İyi ki de öyle yaptım. Sevdiğim yazarın yazarlık hikayesini kendi kaleminden  ve kendi kelimeleriyle okumak ne kadar keyif verdi. 

Daha önceki yazılarımda bahsetmiştim Ayşe hanımın bir imza gününde mütavaziliği ile beni ne kadar etkilediğinden. Hayal'i okuyunca sanki onu daha yakından tanımış gibi oldum ve saygım bir kat daha arttı. Olgunluk döneminde yazarlık aşkıyla yanıp tutuşurken yaşadıklarına şahit olmak, böylesine güçlü bir kadın profiliyle karşılaşmak beni bir kadın olarak ayrıca mutlu etti. Ayrıca yazmayı seven ve yazmak isteyen biri olarak bana yılmadadan yazmayı fısıldadı.

Hayat her zaman mutlu etmiyor bizleri. Acılarıyla, haksızlıklarıyla sınıyor çoğu zaman. Ama olaya nasıl baktığınla ilgili herşey... Eğer kalkmayı bilirsen daha bir dolu dolu yaşıyorsun geri kalan zamanını, daha dik ve daha güçlü duruyorsun. 

İlk bakışta Ayşe Kulin hayata şanslı başlayanlardan. Varlıklı bir aile, güçlü ve kültürlü bir çevre, Allah vergisi güzellik ve zerafet, ailenin tek çocuğu olma şansı hepsi hepsi onun için. Amerikan Kolejinde sıkı bir eğitim ardından iyi bir mürvet o dönemde ingiltereye yerleşme ve varlıklı bir  hayat avantajları. Ta ki eşi onu en yakın arkadaşıyla aldatana kadar ve genç yaşta doğurup onlar için üniversiteyi terk ettiği iki oğlunu elinden alncaya kadar. Bence hayat bundan sonra başlıyor Ayşe Kulin için. Kendi ayakları üzerinde kalmayı, sevgili anneannesinin "Hayal bunlar" deyip geçtiği yazarlığın peşini hiç bırakmayışının hikayesini okuyoruz bu biyografik kitap boyunca.

Kitapta çok ilginç bölümler var ama beni en çok etkileyen iki bölüm var ki... ilki her bir romanının hikayesinden ayrı ayrı bahsetmesi merak uyandıran anılar bunlar, ikincisi de annesini kaybedişinin verdiği acılı anın anılarını anlattığı satırlar. Ağlayarak okudum. Anne babasının acısını tadan herkes bu satırları ağlayarak okuyacaktır eminim. 

Belki çok muhteşem bir yazar değildir size göre, belki şanslı doğduğu için malzemesi hep vardı ne yaptı fazladan diye düşünenleriniz vardır. Ben diyorum ki dört çocuğun annesi olması, iki kere boşanmış yılmamış olması, hep çok çalışması hedefine yürümesi, aldığı edebiyat ödülleri, sosyal sorumluluk projeleri, yeni romanlarının merakla beklenmesi ve çok satanlar listesinden düşmemesi onu değerli yapar.

Bu arada farklı bir not düşmek istiyorum. Kitaplarımı seçerken mutlaka okuyucu yorumlarını okurum. Çok farklı yorumlar vardır. Beğenen beğenmeyen eksik bulan... Hayal ile yorumları okurken biri dikkatimi çekti diyordu ki "Eğer yazarı tanımak istiyorsanız okuyun yoksa zamanınızı boşa harcamayın diğer kitaplarını okuyun." Ben ise hep şöyle düşünürüm; yazar romanyarında kendini yazar. Direkt olmasa da etkileşimlerini. Acılarını, savaşmalarını, mutluluklarını, merakını, geçmişini veçevresi. Yazarı tanımak cümlelerinidaha iyi tanımayı sağlar.

Neyse sözü fazla uzatmadan İyi ki böyle bir çevresi ve geçmişi varmış, iyi  ki yazmayı bırakmamış. Hayatını bize böyle apacık sunduğu için teşekkür ediyorum. Sizlerede keyifli okumalar diliyorum.

20 Aralık 2014 Cumartesi

BİTTİ BİTTİ BİTMEDİ / VEDAT TÜRKALİ



Merhaba sevgili arkadaşım Filiz'in kaleminden bir kitap tanıtımını sizlerle paylaşmak istiyorum. Kendisi sıkı bir VEDAT TÜRKALİ hayranıdır. Haklıdır da... Çünkü tabiri caizse çok sıkı bir hayat yaşamış, kalemi güçlü böylesi çınarlar ülkemiz ve bizler için çok değerli. Umarım arkadaşımın yazısını beğenir, kitabı edinir, okursunuz. 

Sevgilerimle, 




Vedat Türkali  ile çok geç tanıştığımı düşünüyorum. Değerli yazarla ilk tanışmamız "Kayıp Romanlar" isimli kitabıyla oldu. Bunu "Yalancı Tanıklar Kahvesi" ve "Bir Gün Tek Başına" takip etti.Sizinle paylaşacağım kitabı ise son romanı "Bitti Bitti Bitmedi"

Vedat Türkali'nin en sevdiğim yönü romanlarında Türkiye'nin yakın tarihini kendi politik duruşundan taviz vermeden, yaşadıkları ve tanık oldukları ile çok güzel harmanlaması...

Kendisi 96 yaşına gelmiş bir yazar ve siyasi bir kişilik. Eh insan bu yaşta olunca tanıklıkları ve görmüş geçirmişliği de bir o kadar çok oluyor. Bir kere Rıfat Ilgaz'ın en yakın arkadaşlarından biri. Uzun hayat hikayesine internetten bir göz atarsanız yaşanmışlıklarına siz de tanıklık edebilirsiniz. 

Bu topraklarda çok acılar yaşanmış. Yaşanan acılar kapanmayan yaralar ve derin izler bırakmış. İşte "Bitti Bitti Bitmedi" adına yaraşır bir biçimde yaşanmış ve sonlanamamış meseleleri günümüze taşıyor.

Romanın karakterler üzerinden tahlilini yapacak olursak; Tarık (Murat)'la 12 Eylül darbesinden sonra Diyarbakır Cezaevi cehennemini yaşıyor, orada olanlara tanık oluyoruz.  Yaşanan akıl almaz işkenceler ve ölümler ile bitmeyen acıların bir insan üzerindeki etkilerinin tüm olumsuzluklarını ve bununla mücadele etme sürecini biz de karakterle birlikte hissediyoruz. Lüsi ile yaşadığı toprakları terk etmek zorunda kalmış ailesinin acılarını taşıyan bir nesli.  Zilan ile sevdiklerinin intikamını almak için yaşayan bir kadını ve dede karakteri ile ise doğduğu toprakları ve ailesini terk etmek zorunda kalmasına rağmen yaşadıklarına direnen, acılarla büyüyen ve tüm yaşadıklarından sonra bile içinde nefreti değil sevgiyi büyüten bir karakteri tanıyoruz.

Eğer sizler de Vedat Türkali'ye bir fırsat vermek isterseniz ki ben vermenizi tavsiye ederim kesinlikle pişman olmaz ve belki bugün yaşananlara bakarken farklı bir pencere açabilirsiniz.

Sonuç olarak Bitti Bitti Bitmedi Kürt meselesi, Ermeni meselesi, faşizm ve ırkçılık, 12 Eylül ve Evren dönemi gibi yaralara parmak basarken bunlarla yüzleşmemizin gerekliliğini bizlere bir kez daha anımsatıyor.

Keyifli okumalar diliyorum.


ROMANIN ADI     BİTTİ BİTTİ BİTMEDİ

YAZAR                   VEDAT TÜRKALİ

YAYINEVİ             AYRINTI 

SAYFA SAYISI     192

19 Aralık 2014 Cuma

SİDARTA / HERMANN HESSE



Bu yazıma yine "KİTAP OKUMAK İSTER MİSİN?" e teşekkür ederek başlamak istiyorum. Başarılı bir sosyal sorumluluk projesi olan organizasyondan istediğim ilk siparişimin ikinci kitabıydı SİDDHARTHA (sidarta). 

Bu kitapla ilgili düşüncelerimi cümlelere dökmek benim için çok zor. Nasıl anlatmalı ki? Öncelikle çok büyük bir ustadan bahsediyoruz. Onu yazmak kolay değil. Bu kadar küçük bilgiye sahip olup bu kadar başarılı bir üstadın romanı yorumlamak insanı ister istemez acaba yanlış bir şey söyler miyim endişesine sürüklüyor. Ama ben okuduğum romandan aldığım cesaretle "Ne buldum bu romanda?" sorusunun cevabıyla başlıyayım...

BİLGELİK BİLGEDEN ÖĞRENİLMEZ. BİLGELİK İNSANIN KENDİ ÖZÜNDEDİR. ONU KEŞFEDECEK, ORTAYA ÇIKARAK OLAN YİNE KİŞİNİN KENDİSİDİR. 

Roman kahramanız Sidarta bilge bir kişinin oğludur. Yetişdiği ortam dini bilgilerle doludur. Sidarta da kendi bilgeliğini geliştirmek ister. Kişiliği güçlüdür, lider yaradılışlıdır. Sadece bu yönüyle değil fiziksel özellikleriyle de dikkat çeken bir karakterdir. Aynı zamanda özgür ruhludur. Bir gün aradığı bilgeliği bulmak için babasından izin alarak yollara düşer. Yanında en yakın arkadaşıyla birlikte...Bu arkadaşı ona bağımlı, ona inanan, ne istese yapacak bir kişiliktedir. Yolculuk başlar. Önce aç kalırlar, nefislerini kontrol etmeyi öğrenirler. Ama geçen zamana rağmen halen Sidarta aradığı huzuru bulamamaktadır. Hep eksik bir şeyler vardır. Bir noktada yakın arkadaşından ayrı düşerler. Arkadaşı Sidarta'nın da kalacağını düşünerek Buda'ya katılır. Ancak Sidarta yoluna devam etmelidir. O henüz tatmin olmamıştır. Ardından Sidarta çok farklı bir dünyaya adım atar. Onu bir rüya yönlendirmiştir. Yeni ama biteren yok eden bir zengin hayata başlar. Günler, aylar geçtikçe, fiziksel tatmini yaşar ama ruhu gün geçtikçe boşalmaktadır. Yine gördüğü bir rüya ile herşeyden vazgeçer yollara düşer. En sonunda aradığı bilgeliğe ulaşacaktır.

Aslında yazar Sidarta'nın hayatıyla kendi hayatı arasında bir bağlantı kurmuş, gidiş gelişlerini, arayışlarını, yokoluş ve yeniden varoluşlarını betimlemiş. Ancak bunu yaparken nasıl nefes almamız doğal ise yaşadığımız her şeyin yaşanması gereken bir doğallık olduğunu vurgulamış.

Romanı okurken her cümlede yeniden yeniden hayat enerjisiyle dolduğumu söyleyebilirim. Muhtemelen herkes aynı duygularla bu romanı okuyamayacaktır ancak biraz zaman verilip, bir takım birikimler yaptıktan sonra tekrar okunursa değeri fark edilecektir. Size romandan beğendiğim bir kaç diyaloğu paylaşmak istiyorum;

İlki zenginliğin ne kadar değersiz olduğunu vurguluyor...


İkincisi ise SEVGİNİN ZORBALIKTAN GÜÇLÜ olduğunu


Zorbalık dönemlerini yaşamış, varlık içinde büyümüş, yokluğu ve acı çekmeyi tercih etmiş, hep kendini aramış bir adamın kaleminden çıkmış etkileyici bir roman. Belki de bir kişisel gelişim kitabı. 

Okuyun derim. Sevgilerimle, 


KİTABIN ADI         SİDARTA

YAZAR                    HERMANN HESSE

SAYFA SAYISI      152




16 Aralık 2014 Salı

HATİCE SULTAN / HIFZI TOPUZ





Geçtiğimiz haftasonu  10.sınıfta okuyan kızımın veli toplantısındaydım. Beni takip edenler içinde çocuğu olanlar varsa anlatacaklarım onlar için çok daha fazla şey ifade edecektir. Bu toplantılar ilginçtir. Çocuğunuz anaokuluna başladığı andan itibaren doğal olarak bu toplantıların da bir üyesi haline gelirsiniz. Tüm öğretmenler resmi geçit şeklinde sınıflara girer çıkarlar. Çocuğunuzun muhatap olduğu öğretmenlerle ve aynı sınıfı paylaştığı arkadaşlarının aileleriyle karşılaşır, bir sosyal profil çıkartırsınız. Neyse bir bakıma eğlencelidir de... Son toplantıdan bir hafta kadar önce bu tarihsel romanı tamamlamıştım. Okurken de hep şunu düşünmüştüm biz ve bizim çocuklarımız tarihi neden ezber okuyorlar? Öyle değil mi? Çok ilginç ve zengin bir tarihe sahibiz. Kaç toplum bizim gibi bir tarihe sahip ki? Orta asyadan Anadolu'yu yurt tutmaya, Haçlı savaşlarını göğüslemeğe, tüm dünyayı etkisi altına alacak bir Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluşuna, yıkılışına, yeni bir çağa, küllerinden yeni bir devlet - cumhuriyet kuruluşuna, yakın tarihinde dünyadaki özgürleşme hareketleriyle birlikte cumhuriyeti sindirme sürecine kadar neredeyse kendi başına bir insanlık tarihi yazmışız. Ama gelin görün ki çocukluktan itibaren bize tarih ezber olarak öğretilmeye çalışılmış. Halen de öyle...

İşte elimde tuttuğum tarzda tarihsel romanlar, objektif, belgeye dayalı ama hikayeleştirilmiş, tarihi daha anlaşılır, dönemi daha iyi özetleyen çalışmalar bana göre. Şimdi kızım bu yıl Osmanlı tarihinin kuruluş, yükseliş ve yıkılışını işleyecek. Bu romanda da 3.Selim dönemiyle birlikte Osmanlı İmparatorluğu'nun kendi içinde yaşadığı değişim savaşı, dünyada Fransız İhtilalıyle yaşananlar, dünyanın meraklı Osmanlı İmparatorluğu'nu takibi ve cehaletin yeniliğe karşı açtığı savaş çok net olarak anlatılıyor. Keşke çocuklara tarih öğretmenleri okumalarını tavsiye etse,..


Yazar 3.Selim'in kız kardeşi ile ressam Melling'in aşkından yola çıkarak geniş ve önemli bir tarihi özetlemiş. Romanda en çok ilgimi çeken konulardan biri bugünlerde yine çok tartışılan latin harfleri mi Osmanlıca mı konusuna yorum niteliğinde bir olay. İlk defa latin harfleriyle yazışma o dönemde Hatice Sultan ile Melling arasında olmuş. Yani Cumhuriyet harf inkilabından çok önce 1800'lü yıllarda latin harflerile mektuplaşmışlar. 

Bir diğer dikkatimi çeken konu LAZ'lar. Bugün bilmeyenler tüm karadenizlilere LAZ diye hitap ediyor. Ama öyle değilmiş. Meğerse LAZ'lar çok daha geniş bir geçmişe sahip farklı dini ve dili olan bir imparatorlukmuş. Sonrasında tarih içinde önce hristiyanlaşmış ardından islama geçmişler. Ama asimile olmadan dillerini koruyarak. Hatta bugün yaşadığımız İstanbul boğazı karadeniz bölgesine ilk yerleşim koruma-kolluk güç amacıyla toprak verilerek LAZ'lara yaptırılmış. 3.Selim'e karşı ilk ayaklanmayı da çok basit bir konudan, KIYAFETLERİNİ TERK ETMEK İSTEMEDİKLERİ için LAZ'lar çıkartmışlar. Ardından yeniçeriler devreye girmiş. 

Bu romanı okuduktan sonra GEZİ OLAYLARI'nın neden bu kadar önemli olduğunu bir kere daha anladım. Tarih boyunca devletler, yaptıkları hataların birikimlerini, sebeb olan çok küçük bir kıvılcımla kontrolden çıkan ayaklanmalarla hesabını vermişler. Ne der tarihçiler, TARİH TEKERÜRDEN İBARETTİR. Ama keşke insanoğlu ders almayı bilse...

Okuyun çok şey öğrenecek, ezber bozacak, daha çok araştırmak isteyeceksiniz. 

Sevgilerimle, 

13 Aralık 2014 Cumartesi

DAHA / HAKAN GÜNDAY



Hakan Günday kitapları benim için pembe dünyamdan korkutucu bir rüya ile uyanmak gibidir. Başlarım okurum, yüreğimin kaldırmadığı yerlerde kitabı kapatır, bir süre cesaretimi toplamak için rafa kaldırır sonra tekrar elime alıp okurum. Yazarın karakterleri yaşatma başarısı, onların ruhlarının derinliklerine inme başarısı bu etkiyi yaratmaktadır. Mutlu sona bağlamaz, bir umut kırıntısı ararsınız, gerçekler buz gibi çarpar yüzünüze hayatta başka gerçekler olduğuna dikkat çeker. Açıkçası Hakan Günday okumak cesaret ister. 

DAHA romanı çıkar çıkmaz almış ve okumuştum.  Çünkü güncel bir sorunu işliyordu. Kaçak göçmenler ve insan kaçakçılığı meselesi. Üstelik şu günlerde güneyimizde sıcak savaş devam ederken çok da dikkat çeken bir konu. Baş kahramanımız çocuk yaşta babası sayesinde bu karanlık alame dalmak zorunda kalmış GAZA. Babasının sevgisine muhtaç, onun gözüne girmek için her şeyi yapabilecek küçük bir çocuk. Baba ise bana göre insan denilemiyecek bir zavallı. Gaza iyilik ve kötülük arasında kalmış bir çocuk. Her yeni gelen kaçaklarla ölümü, acıyı gören ama onları insan değil bir ticaret malzemesi olarak gören bir zihniyetin ürünü küçük bir çocuk. Ve bu çocuğun yaşadığı çelişkiler. Doğru yanlış, iyi kötü... Roman bu çelişkilere işaret edecek şekilde Arthur Rimbaud’tan bir alıntıyla başlıyor: “Dayanılmaz olan tek şey, hiçbir şeyin dayanılmaz olmamasıdır”

Ve gelelim benim bu romandan sonra yaşadığım süprize. Evde bir akşamımızı film izlemeye ayırıyoruz. İstiyoruz ki izlediğimiz filmler ilginç konularla, başarılı yönetmenlerin işi olsun. Kızımın seçtiği bir filmi geçen hafta izledik. "SÖZ".  Kardeş yönetmenler Jean-Pierre ve Luc Dardenne'in prodüksiyonu olan film başlar başlar karşımda GAZA.yı gördüm. Konusu aynen DAHA daki gibi insan kaçakçılığı yapan ruhsuz, yarı deli, insanlığını yitirmiş bir baba ve onun 13 - 14 yaşlarındaki oğlu IGOR'un yaşadıkları üzerine kurulmuş. Özellikle de IGOR.un. IGOR'un babası insan kaçakçılığı yapmaktadır. Ama insanları bir yere götürmek değildir niyeti. Onları satmaktır. Kadınları pazarlamakta, erkekleri işçi olarak çalıştırmaktadır. Pis işlerini de küçük oğluna yaptırmaktadır. Bu kaçak grubu içinde İGOR.un zenci bir arkadaşı vardır. onu sever IGOR. Birgün arkadaşının karısı ve bebeği de gelir. Arkadaşı babasının insaatında kaçak çalışırken ölür ve IGOR.dan bir söz ister. Karısını ve çocuğunu koruyacaktır. Bu andan itibaren IGOR, çok sevdiği, gözüne girmek için uğraştığı babası ile insanlığı arasında kalır. 

Şok şok şok içinde izledim filmi. Bulursanız romanı okuyanlar siz de izleyin derim. Bakalım benim izlenimim sizde oluşacak mı? Kim bilir belki yazar da bu filmi izlemiş bu ilginç hikayeyi bizim ülkemizde yaşanan kara tabloya dönüştürmüştür. 



Keyifli okumalar, iyi seyirler diliyorum. 

12 Aralık 2014 Cuma

ORHAN PAMUK KAFAMDA BİR TUHAFLIK RÖPORTAJ

http://www.cnnturk.com/video/kultur-sanat/orhan-pamuk-kafamda-bir-tuhafliki-anlatti

SAF VE DÜŞÜNCELİ ROMANCI / ORHAN PAMUK



ORHAN PAMUK... hakkında çok farklı düşünceler duyduğum Nobel ödüllü yazarımız. Burjuva ama halkı yazan bir adam. Konuşmalarını dinlerken bile sanki buralardan değil de İngiltere'den dün gelmiş bir bilim adamı havası olan yazarımız. Öyle değil mi ama? Mesela Yaşar Kemal'i ya da Ahmet Ümit'i dinleyin buralıdır onlar ama Orhan Pamuk sanki daha farklı bir dünyanın adamıdır. Bunlar tabii benim görüşlerim. Bir de çevreden duyduklarım var. Örneğin çok insan tanıyorum. Orhan Pamuk romanına başlamış ama bitirememiş. Yine bazı okuyucular biliyorum ki onun yazdıklarına ve tarzına hayran. Ben biraz geç sindirebilenlerdenim. Orhan Pamuk hayranı olmam için biraz zamana ihtiyacım vardı. Bundan 10 yıl önce KAR romanını okuduğumda, bir çok kişiden farklı olarak, bir solukta okumuştum. Ama sonra hemen bir diğer kitabını alayım diye heyecanlı bir takibe girişmemiştim. Ardından Nobel ödülüne olan önyargım nedeniyle ve o dönemde ortaya çıkan tartışmaların oluşturduğu ön yargı ile bakmaya başladım. Ancak itiraf etmem gerekir ki bugün hala KAR romanından bahsederken burnuma roman kahramanın tiraş sabunu kokusu gelir. Orhan Pamuk o tıraş sabununu romanın içinde öyle bir imgelemişti ki kokusu burnuma yerleşmişti. Çok enteresan. İşte ben diyorum ki okuyucuda böyle bir etki bırakabilen yazarlara saygı duymak gerekir.

Velhasıl yıllar sonra elime SAF ve DÜŞÜNCELİ ROMANCI geçti. Orhan Pamuk'un bu kitabı Harward Üniversite'sinde verdiği derslerden oluşuyor. Derslerde yazar 35 yıllık meslek sırlarını açıklarken, benim gibi günün birinde yazmak isteyenler için ipuçları sunuyor. Örneğin neler okuduğu, bu okuduklarından nasıl etkilendiği, okuduğu romanlarda geçen mekanlara gittiğinde kendini nasıl romanın içinde hissettiği gibi ayrıntıları vurguluyor. Roman okurken okurun romana katkılarından da bahsediyor. Ayrıca bir romanı okurken kafamızın neler yaptığını da maddelemiş, özellikle bu bölüm ilginçti! Benim için çok eğitici, düzgün türkçesiyle etkileyici bir kitap. Dolayısıyla ödünç verilmeyecek kitaplar arasındadır.;))))

Gelelim tanıtım fotoğrafında gördüğünüz minik kitapçığa. KAFAMDA BİR TUHAFLIK var satışa çıktı. Yazarın yeni romanı. Bu tanıtım kitapçığı fikrini kim buldu, yurtdışından mı ithaldir bilmem ama bence çok başarılı. Zaten romanı okuyacağım ama neler bulacağıma dair küçük bir ipucu ya da tabiri caizse ağıza bal çalmak süper oluyor. Hikaye  bozacı Mevlut (dikkatinizi çekerim MEVLÜT değil MEVLUT) ile üç yıl boyunca aşk mektubu yazdığı sonra da kaçırdığı sevgilisinin İstanbul'daki hayatlarını konu alıyor. Sıradışı tipler değil, sıradan insanlar ve o sıradan insanların yaşadığı olaylar. Zaten bir romancının başarısı da buradan geçmez mi? Sıradanı sıradışı bir şekilde hikayelendirebilmekten....

Keyifli okumalar dilerim,


KİTABIN ADI           Saf ve Düşünceli Romancı
YAZARI                     Orhan Pamuk
YAYINEVİ                İletişim
YAYIN YILI              2011
SAYFA SAYISI        153



8 Aralık 2014 Pazartesi

ABİM DENİZ / CAN DÜNDAR



Kitap dostluktur, kitap paylaşmaktır, kitap geçmişi ve geleceği yaşamaktır... Birazdan sizlerle paylaşacağım bu güzel kitabı can dostum Filiz  okudu ve benim için hazırladı. Bir sabah Filiz'i aradım ne yapıyorsun demek için... burnunu çekiyordu. "Ne oldu Filizcim, neden ağlıyorsun, kötü bir durum yok umarım?" dedim. "Kitabın sonuna geldim. Deniz'i astılar." dedi. Kitabı ben de okuyacağım ancak bana söz vermişti. Blogum için kendi kaleminden buyrun ABİM DENİZ...



Can Dündar yine muhteşem bir belgesel eser yaratmış.
Kitabın konusu zaten adından da belli. "Abim Deniz" Can Dündar ve Deniz Gezmiş'in kardeşi Hamdi Gezmiş'in birlikte hazırladığı bir kitap.
Can Dündar gazeteciliği ve belgeselciliği ile, Hamdi Gezmiş ise zaman zaman bir kardeş zaman zamanda o dönemi yaşayan bir insan hassasiyeti ile döneme ışık tutuyorlar.
Bu kitabı okurken bir ideal peşinde cesurca ve fedakarca koşmuş , bu uğurda işkence ve hatta ölümü bile göze almış bir kuşağı Deniz'in kimliğinden tanıma fırsatı buluyoruz.
Kitabı okuduğum günlerde Mukaddes Gezmiş (Deniz Gezmiş'in annesi) bu dünyadan ayrıldı. 42 yıllık bir aradan sonra en büyük hasretine oğlu Deniz'ine kavuştu. Ruhları şad olsun.
Herkesin kafasında kah şimdiye kadar okuduklarından kah duyduklarından mutlaka bir Deniz portresi vardır. Bu kitap bize çocukluğundan başlayarak (malesef 25 yaş çok kısa bir zaman) ölümüne kadar bir devrimcinin nasıl yetiştiğini, idealleri uğruna nelere katlandığını, bir ailenin evletları için çırpınışını mektup,belge ve fotoğraflarla anlatıyor.
Kitapta Deniz'in pek çok bilinmeyen yönüne de yer verilmiş. Ben bir Beşiktaş'lı olarak Deniz'in de Beşiktaş'lı olduğunu öğrendiğimde Çarşı ruhunu Deniz'den almış olmalı diye düşündüm.


"Abim Deniz" Deniz Gezmiş'i gelecek nesillere aktarmak için çok güzel bir köprü, Deniz'i tanımak isteyenler için mükemmel bir kitap.





Kitabın Adı        ABİM DENİZ
Yazarı              CAN DÜNDAR
Yayın Yılı          2014
Sayfa Sayısı      480
Yayınevi           CAN YAYINLARI 


5 Aralık 2014 Cuma

KAFA / DERGİ





Şöyle düzenli takip edeceğim, içeriği farklı fikirlerle dolu bir dergi olsa diyordum. Hatta bir iki edebiyat dergisini de takip etmek istedim ama aradığımı bulamadım. Sonra geçtiğimiz günlerde arkadaşımda KAFA dergisini gördüm nami diğer " KAFA Bİ DÜNYA..." hah işte dedim bu. Orada biraz okumuştum ama hemen kendime de aldım. Meğerse taptaze bir yayınmış. Eylül ayında yayın hayatına başlamış. İçinde yazar olar kimler yok ki biraz sayayım: 
Can Dündar, Sunay Akın, İlber Ortaylı, İçlal Aydın, Nihat Sırdar, Zafer Algöz, Candaş Tolga Işık, Mahsun Kırmızıgül (bu türkücü kardeşi yaptıği filmlere rağmen pek sevmezdim ama yazmış vallahi hatta bu sayıdaki konusu rahmetli duayen tiyatrocu Nejat Uygur'du) ve daha bir çok yazar. 

Şimdi ben de yeni takipçisi olduğum için bakalım bu yazarlar her sayıda devam edecekler mi yoksa dönüşümlü mü yazacaklar göreceğiz. Bu arada yayın AYLIK periyodlu. Birazdan gidip yeni sayısına alacağım. Elimdeki sayının en beğendiğim yönü çok farklı konularda başarılı yazıların olması ve bir göz atıp kenara atamayacağınız içeriğe sahip olmasıydı. Kitap okur gibi okuyorsunuz.  İçinde beğendiğim bir çok başlık vardı ancak bunlar içinde sıralama yapmam gerekirse bana göre VECİHİ HÜRKUŞ ile ilgili yazı çok ilginçti. Biz VECİHİ karakterini ŞENER ŞEN'in Güler Gözler filmindeki beceriksiz pilot olarak tanışmış ve gülmüştük ama bakın aslında VECİHİ kimmiş?



Yayıncılardan izin alacak yapacağım bir diğer alıntı da ALBERT CAMUS için hazırlanan sayfadan olacak, 

Gazeteci : Sizce en absürt ölüm hangisidir?
Albert Camus: Trafik kazasında ölmek...(1951)

Ve Albert Camus 4 Ocak 1960'da Faransa'da geçirdiği trafik kazasında hayatını kaybeder. 

Ünlü yazarın kaleminden bir kaç güzel söz de vardı sayfasında , 

" İnsan ne ise o olmayı reddeden tek yaraktır."
"İnsan söyledikleriyle değil söylemedikleriyle insanlaşır."
"Bazılarının, sadece normal olmak için ne büyük çaba sarfettiğini kimse farketmiyor."
ve yüzdeyüz katıldığım bir sözü de şöyle:
"Hiçbir şey korkuya dayanan saygı kadar iğrenç değildir."

Ben sadece biraz TEASEAR yaptım arkadaşlar alın okuyun müptelası olacaksınız. 

Sevgilerimle,